top of page
Writer's pictureAysel K. Basci

Manevra

Updated: 5 days ago


Cevat Şakir Kabaağaçlı (1886-1973)

Yazan: Halikarnas Balıkçısı, Yaşasın Deniz, 1954

İngilizce çevirisi: Aysel K. Basci, Maneuver (2022)

* * *


On, on beş balıkçı kayığı açıklardaki ıssız adayı, geceleyin ağlarıyla sardılar. Şafak sökerken türkülerini göklere, var kuvvetlerini de küreklere vere vere ağlarını kaldırmaya başladılar.


Fakat her gün mavilerde tatlı tatlı eriyen türküleri, o gün dudaklarında sönüyordu. Havada bir sıkıntı vardı, yüreklerine bir sıkıntı çöküyordu.


Bir ihtiyar:


"Bugün martılar kayıkların üzerinde uçuşmuyorlar. Baksanıza! Yuvalarına dönüyorlar. İşte bu fenaya işaret" dedi.


Ortalıkta garipsi bir ıssızlık hâli vardı. Herkes göz kulak olmuştu. Susan deniz fırtınayı bekliyordu. Balıkçılar "Acaba nereden patlayacak?” diye ufku gözleriyle fırdolayı araştırıyorlardı.


O gün bol bol istavrit, mercan, izmarit ve melonas balığı yakalamışlardı.

Kayıkların yarı yerlerine kadar dolan ambarları canlı bir gümüşle kaynaşıp kıpırdaşıyordu. Martı’nın kaptanı Yavaşoğlu: "Acele edelim arkadaşlar!” diye bağırdı. Kaşları çatıktı.


Keşişleme tarafından, bir davulun üzerinde parmak gezdiriliyormuş gibi homurtular geliyordu. Balıkçılar hem mal, hem can korkusuyla ağları hızla içeriye alıyorlardı. Hırçın bir hışıltı duyuldu.


Armanın bütün ipleri acı acı haykırıştılar. Kayıktan kayığa, “Ağları kesin!” emri tekrarladı. Bıçaklar çekildi. Denizciler kendi can damarlarını kesiyorlarmış gibi ağları kestiler. Birçok fukara balıkçıların yeryüzündeki bütün varının yoğunun büyük bir kısmını teşkil eden ağlar, kırmızı, mavi, yeşil, balık yükleriyle köpürmeye koyulan denizlere çöktüler. Yelken makaraları hırıldadı. Kısa fırtına serenleri ve küçük kırmızı fırtına yelkenleri hissa edildi ve yapraklanarak şamarlar gibi şakırdadı. Kırmızı fırtına yelkeni kaldırıldı mıydı, acı deryada ölüm kalım savaşına girişiliyor demekti.


İlk sağanak denizlere duman attırarak savruldu. Az kalsın balıkçıların yelken, seren, elbise ve başlarının saçlarını yolup götürecekti. Rüzgârda uzun etekleri başlarına ters dönmüş kadınları andıran kayıklar, direklerinden aşan savruntu ve dumanlarla boca alabanda kasırganın önüne katılmış, alabildiklerine kaçıyorlardı.


Güney imparatoru Koca Provezza fırtınasının önünde, ister ölüm ister kalım, hangisi olursa olsun, ona doğru gitmek zorundaydılar.


O anda her kayığın işi kendi kendine yetip arttığı hâlde, yine kayık kayıktan, insan insandan ayrılmamaya çalışıyordu. Tayfa ellerine geçen kap kacakla boyuna denize su aktarıyordu. Çünkü serpintiyle ambarlar çabucak doluyordu. Ağır basan balık yükü dolayısıyla suda alçak çöken kayıkların içlerine serpinti değil, dalgalar takımıyla atlıyordu.


"Balıklar denize!” diye bağrıldı. Balıklar ve içeri alınmış olan ağlar da denize atıldı. Topaçlar gibi döne döne yetişen sağanaklar denizden sömürdükleri suları paçavralar gibi savuruyorlar, bin ekspres treninin gürleyişiyle geçiyorlardı.


Yavaşoğlu'nun Martısı uğursuz sayılırdı. Yapıldı yapılalı üç dört kere alabora olmuş, dokuz kişi boğmuştu. Yapısında bir eksiklik, bir yerinde bir çalıklık vardı. Aksaklığı neresinde olduğu kestirilemiyor idiyse de pek kancık tekne olduğu besbelliydi. Hele Yavaşoğlu dümeni kıl kadar yanlış kırsın, veyahut gözü bir saniye süresince Tanrı gözü gibi yerde hazır ve nazır olmakta kusur etsin, kayık içindekilerin boğulduklarının resmiydi. İşte şimdi bile bir an için kayığın kıçı kalkmış, dümeni havada kalmıştı.


Tekne hemen bordasını dalgaya verdi. Yavaşoğlu dişlerini kırarcasına sıkarak gıcırdattı. Hem kasırga, hem de kayıkla uğraşıyordu.


Yavaşoğlu'nun oğlu on dört yaşında Mehmet, direğin dibine çömelmişti. Hemen salıvermek veyahut çekmek üzere sigorta ipinin ucunu elinde tutuyordu. Gözü, her işareti hayat memat olan dümendeki babasındaydı. Babası "Sigortayı boşla!" diye haykırdı. Mehmet ipi salıverdi. Seren babasının başı hizasına indi. Arkadan gelen bir dalga azmanı kayığın kıçını havaya fırlattı. Çocuk babasını, elde dümen yekesi, havada uçuyor sandı. Fakat dalga gurr diye kayığın altından geçti.


Bu sefer oğlan, babasının kayığın kıçıyla beraber çukura çökmekte olduğunu gördü. "Baba!” diye bağırdı, fakat Yavaşoğlu yine baş döndürücü yükseklere savrulmuş gibi oldu. Martı uçmakta devam ediyordu.


Ara sıra kasırganın çığlıklarından ayırt edilebilen insan çığlıkları duyuluyordu. Demek ki boğulanlar vardı. Köpük ve su yalnız denizlerden değil göklerden de savruluyordu. Artık kayık kapkara bir kâbusun ortasında gidiyordu. Üstlerinden sanki bulut değil fakat zindanlar yarılıyor, başlarının üzerine ters kepçe dönmüş uçurumlardan alevler fırlıyordu. Tam böyle bir trampet ateşiyle yetişen bir sağanak kayığa iki takla attırdı. Martı, karinesi havada olarak yüzdü.


Bunalmış olarak yüze gelen Yavaşoğlu etrafına bakındı. Kayığa iki kişi tutunuyordu. Biri neredeydi? Yavaşoğlu biricik oğlunun kaybolup olmadığını merak ediyordu. Ama ilk önce oğlunu sormayı kaptanlık şanına yediremedi. Tayfanın adlarını çağırarak, "Orada mısınız?” En son olarak "Orada mısın oğlum Mehmet?” diye sordu.

”Buradayım baba!” diye cevap aldı. Yavaşoğlu kayığa tutunanlara "Sıkı tutunuz hepiniz!” diye bağırdı.


Havanın böylesinde pek tabiî olarak, olsa olsa boğulmak vardı, ama gene de tayfa avuç, parmak, tırnak ve dişleriyle tutunuyordu. Bir saniye daha fazla yaşamak için bir saniye daha tutunmaya çabalıyorlardı. Şuuru söndüren bir korku ve işkence içinde canevlerine işleyen bıçağın acısıyla bağıran hayvanlar gibi "İmdat! İmdat!” diye haykırıyorlardı. Uzun zaman dişleri çatırdadı, deniz tuzundan yanan gözleri bir şey göremez oldu. Bir an gök yırtılıp parladı, bir kayığın kendilerine doğru gelmekte olduğunu gördüler. "Kurtarın bizi!” diye acı acı yalvardılar.


Gelen kayık Ümit idi. Dümende Habip Kaptanlı gördüler. Yirmi metre önlerinden geçerek fırladı gitti. Uzaklaşırken içindekiler başlarını döndürdüler. Denizde kara kaderlerine bıraktıkları insanlara baktılar. Dudaklarından bir çığlık koptu.


Denizdekileri kurtarmaya kalkışmak - onları kurtaramadan- kendilerinin boğulmaları demekti. Denizde kara kaderlerine bıraktıkları arkadaşlarından af diliyorlardı.


Derken birdenbire uzaktan bir insan sesi çınladı. Yine gök çaktı. Denizkuşu üzerlerine davranıyordu. Ona Ateşoğlu kumanda ediyordu. Tam otuz sene Yavaşoğlu'yla beraber avlamışlar, fena günleri, iyi günleri beraberce yaşamışlardı. Başkasının yapmaya güvenemediğini gözlerine yaşlar dolan Ateşoğlu göze almıştı. "Orsa!' diye bağırmasıyla dümeni basması bir oldu. Dönen Denizkuşu, sancak omuzluğuyla gelen dalgayı karşıladı. Bu ana baba gününde orsa etmek delilikti. Ne var ki Ateşoğlu dümendeydi. Yükseldi, yine boca etti. Etrafına baktı. Gök yıldıradı. Uzakta Martı'yı seçebildi. Bütün hızıyla üzerine davrandı. Ama ona yanaşmak demek, tekneye çarparak onu tuzla buz etmek demekti. Martı’nın yanından geçti. Megafonla:

'Dayanın arkadaşlar, yine geleceğiz!" diye bağırdı.


Yine orsa etti. Kayık mükemmel bir manevra ile mihveri üzerinde topaç gibi döndü. Kasırganın gözüne yükseldi, bocaya döndü, ama Martı gözükmüyordu. Gök çakınca pruvadaki gemici : "Oradalar!” diye gösterdi.


Ateşoğlu "Sancak ve iskelede ikişer kişi dursun. Gözünüzü dört açın! Çünkü manevrayı pek tekrarlayamayız. Birisi sigortanın yanında dursun. 'Mayna, deyince mayna ha!' " dedi.


Denizkuşu, Martı'nın üzerine ok gibi fırladı. Rüzgâr yüklenince bütün arma işkencede öldürülen insan kemikleri gibi çatırdıyordu. Martıya beş metre kala "Mayna!” diye bağrıldı. Martı, koca bir dalganın tepesindeydi. Dalganın ötedeki sathı, tam düşeceği zaman Ateşoğlu "issa!” diye bağırdı, seren havaya fırladı; yelken göklere savrulur gibi oldu. Denizkuşu kamçı yemiş yarış atı gibi tamamıyla havaya kalktı; Martı'nın dalgaya yan gelen karinesinden, üzerinden atıldı. Ateşoğlu, "Alın içeri!" diye bir çığlık saldı. Denizkuşu'nun tayfası küpeşteden yarı bellerine kadar eğilerek denizdeki arkadaşlarını saçlarından, çenelerinden, kollarından, artık rastgele tutarak ambara koca balık devirirmiş gibi al içeri ettiler. Denizkuşu havuz üzerinde çark edip kanat üzerinde su kapan kırlangıçlar gibi dört kişiyi kapıp almıştı.


Ateşoğlu, "Kaç?" dedi. Tayfa, "üç” dedi. Martı'nın kaptanı, "Tamamız!" dedi.


Vah vah, aman, geçmiş olsun diyecek zaman değildi. Denizkuşu, zindan gibi karanlıklara kırmızı yelkeniyle dalıp gitti.


296 views0 comments

Recent Posts

See All

Comments


bottom of page